27 Ağustos 2009 Perşembe

Karetta karetta




DALYAN, ülkemizin en güzel yerlerinden biri bence. Kendimi hiç bir yerde hissetmediğim kadar huzurlu ve sakin hissettiğim, doğa ve tarihle içiçe tüylerimi diken diken yapan hiç bitmesini istemediğim fantastik bir yolculuk gibi....Özellikle kral mezarlıklarının tam karşısında bungalovlardan yapılmış küçük kulübelerde konaklamnın tadı,, sonu olmasın bu tatilin dedirten cinsten bir yer,buyrun bakın doya doya
karetta karetta !

26 Ağustos 2009 Çarşamba

olympos- daphne house



Birazcıkta Ülkemizdeki görülmeye değer yerlerden bahsetmek istiyorum bugün.
Olympostaki Çıralı köyünü benim gibi gezginler bilirler,Ama orada bilmedikleri küçük bir ev olabilir uzakta.İşte ben sizlere o evden bahsedeceğim.Daphne house, Huzur, Doğa, rahatlık, sessizlik, sakin bir tatilin özlemiyle yanıp tutuşanların buluştuğu yer.
Şimdiden Eylüle kadar tüm odaları dolu.Mekanda toplam 6 oda var.Kalabalık olmamasıda tercih sebepleri arasında zaten




Ünlü Likya Yolu boyunca yürüyüş yapabilir ve geniş doğal çevrenin temiz havasını içinize çekin. Tahtalı Dağı üzerindeki metan emisyonlarının sebep olduğu daimi bir ateş olan muhteşem, olağanüstü doğal Yanartaş'ı mutlaka görün.

Ev sahiplerinizin hikayesi bile müthiş.Üniversitede tanışmış olan çift,Mezun olup Antalyaya 70 km uzaklıktaki Çıralı köyüne (olympos) yerleşmişler ve bu mekanı açmışlar,
İyiki de açmışlar. Muazzam bir yer (onlarınkide ne güzel hayat be kardeşim)

Alın bakalım önümüzdeki aylar için bir arayın konuşun ;

İletişim

Daphne House
Olimpos
Tel: +90 242 892 11 33
Gsm: +90 533 391 46 64
http://www.daphneevi.com

18 Haziran 2009 Perşembe

Vize Tiyoları

Herkes güzel güzel yurt dışı hayalleri kurar; şuraya gidelim, bunu yapalım der. Sonra iş vize alma kısmına gelince böyle bir içimiz geçer, çok zor deriz. Nihayetinde, vize birçoğumuzun yurt dışı hayallerini ertelemesine sebep olur.

Ufak birkaç tiyo vereyim, işinize yarayabilir:
Şengen vizesi dedikleri, İngiltere hariç tüm Avrupa ülkelerini gezebileceğiniz bir vize alın. Ve daha önemlisi, şengen vizesini Slovakya veya Çek Cumhuriyeti konsolosluklarından alın.

Neden?

Birçok sebebi var:

1- Bu ülke konsolosluklarından 3 gün içinde sorunsuz vize alabilirsiniz.
2- Slovakya ve Çek Cumhuriyeti Avrupa'nın tam kalbinde bulunuyor ve böylece birçok Avrupa ülkesine ulaşımı kolaylaştırıyor. Örneğin Slovakya'nın başkenti Bratislava, Viyana'ya bir saat uzaklıkta. Ayrıca buradan Roma'ya, Milano'ya, Budapeşte'ye kolayca geçebilirsiniz.
3- 100 euro'ya Türkiye'den gidiş-dönüş uçak bileti bulabilirsiniz.
4- Daha uzak ülkeleri de görmek isterseniz bu iki ülkenin hava yolu şirketlerinden ucuz uçak biletlerine ulaşabilirsiniz. Tercihe göre tren veya otobüs de olabilir.

Ehli keyf değilseniz, çeşit çeşit yerler görmek istiyorsanız, atın kendinizi Slovakya veya Çek Cumhuriyeti'ne, oradan seke seke gezin Avrupa'yı.

11 Haziran 2009 Perşembe

Budapeşte 02

İlk günkü keşif turlarının ardından, şehri talan etmek için kendimize bir plan çıkardık. Haritalar üzerinde işaretledik. Tabii daha sonra haritaya tekrar bakıp, işaretlediğimiz yerleri 1 günde bitiremeyeceğimizi anladık.

İlk gözlemler: Şehir, Buda ve Peşte olmak üzere 2 yakadan oluşuyor. Tuna Nehri'nin iki yakasını bir araya getiren köprüler ise Budapeşte'nin en güzel gece manzarasını oluşturuyor. Prag'a çok benziyor ama ne yalan söyleyeyim; Budapeşte, Prag'dan bir adım ötede. Melankoli, tarih ve aşk... Ayrıca, şehirleri açık hava müzesine dönüştürmekle meşhur olan Unesco, Budapeşte'nin doğallığını henüz bozamamış. (Bu yüzden sonbaharda gitmenizi şiddetle tavsiye ederim.)



Kesinlikle yapın:
- Buda Kalesi'ne çıkın.
- Palinka (özel içkisi) için; ama içmeden önce ağzınıza meyve kurusu atın.
- Vaci (İstiklal gibi) caddesinde turlar atın.
- Şarap-peynir (çeşit çeşit peynir ve şarap, hem de sınırsız) gecesi yapın.
- Tuna üzerinde tekne gezisi (gece tarifeli) yapın.
- Yer altı metro sisteminde kaybolun.
- Sebze-meyve halini kesinlikle görün. Çok şirin.
- Gül Baba türbesine gidip bi dua okuyun.
- NewYork Cafe'ye gidin.
- Müze gezmeyi pek sevmem ama St. Stephen's Basilica'ya uğrayın.

Bu mekanların kimisinde saatlerimizi geçirdik, kimisine de geçerken uğradık. Mesela sebze-meyve halini bu şekilde gördük.

Akşam saatlerine yaklaşırken çok fazla entellektüel birikimle doluğumuzu gördük ve bu bizi çoook rahatsız etti. Yok Osmanlı, vay efendim Avusturya-Macaritan İmparatorluğu. Bunun için aramızdan birinin hemen gece kulübü planına girişmesi gerekiyordu. Hızır gibi yetiştim bizimkilerin entellektüel birikim çarpışmalarına. Hem ucuz, hem de sizin gibi sadece eğlenmeye gelmiş birçok genci bulabileceğiniz Gece Kulübü: Alcatraz Night Club; Blaha Meydanı'ndan, Astorya'ya giderken sağdan 3. sokak.



Kulüpte acayip eğlendik. Bir de şöyle bir şey var ki Türk mafyası oranın tek hakimi. Böyle olunca her türlü aşırılığa kaçabiliryorsunuz. Hatta, kapıdaki korumalar Türk kızlarını arama yapmadan içeri alıyor. O derece! :))

9 Haziran 2009 Salı

Budapeşte 01

Geçen gün Türkiye'de gittiğim bir yerden bahsetmiştim. Gerçekten güzel bir yerdi. Ama şimdi, yurt dışında gittiğim, gördüğüm, aşık olduğum yerleri anlatmaya devam edeceğim.

Budapeşte... Avrupa'da bizi bu kadar seven başka bir halk var mıdır, bilmiyorum. Türkiye'den geldiğimizi öğrenen herkes, bir hürmet, bir sevecenlik gösteriyor, inanamazsınız.

Önce zaruri ihtiyaçlarımızı karşılayalım, sonra detaylara gireriz:)

Nerede kaldık: Her zamanki gibi kalacağımız yeri indikten sonra belirledik. Kaldığımız hostel, Interflat Youth Hostel. Adresi >> Podmaniczky Str. 27, 1st floor, Haritada. Gayet güzel, temiz ve güvenli bir yer. Bulunduğu yer hava alanına ve tren istasyonuna çok yakın. Ayrıca gece çok kaçırdığınızda kolayca dönebileceğiniz bir yer. Geceliği 15 liraydı.





Budapeşte, birçok eski yapının bulunduğu; hatta bu yapıların hala aktif olarak kullanıldığı bir şehir. Ama ne Viyana sokakları kadar kibirli ve sert, ne de Prag sokakları kadar turistik. Tarihi yerler ve mekanlar tam kıvamında bırakılmış yani.

Budapeşte'nin birçok yerinde tarihi kafeteryalar var. Bu şehre ait güzel bir gelenek. Çok değeri olmayan ama yıkmaya kıyılamayan tarihi binalar kafe veya restauranta çevrilmiş. En azından kaderine terk edilmemiş diyorum.

Bu kafelerden biri: ANGELIKA, Adres >> I. district, Batthyány tér 7. Daha popülerleri de var ama oralarda artık turistik bir sunilik hakim olmuş.



Budapeşte'deki ilk günümüzde sadece şehri gezdik. Haritalarda "ZİYARET EDİN" diye göze sokulmayan yerleri. Akşamına da güzel bir yerde yemek yedik. Gittiğimiz yer yerel yemeklerin olduğu bir restauranttı ama menüde "török bors"(türk biberi) yazılarını gördükçe göğsümüz kabardı. Kendi yerel mutfaklarında bile Türk mutfağından alıntılar var ve bunu Türk adıyla sunuyorlar. Yani, Yunan kardeşlerimiz gibi cacığa "CACIKİS" diyip, yerelleştirmemişler:)

Mütevazı bir akşam yemeği için: Bagolyvár >> Allatkerti körut 3., XIV. district. Şehir haritasında bulabilirsiniz. Esnaf lokantası gibi bi yer, ev yemekleri yapıyorlar. Çok güzeldi valla. Hatta, diğer turistik restaurantlara göre çok daha ucuzdu.

4 Haziran 2009 Perşembe

Ağva

Bir önceki yazıda da söylemiştim; Türkiye'de gittiğim, gördüğüm, aklımdan çıkaramadığım birkaç yeri paylaşmak istiyorum.

Havalar ısınmışken, vücutlar yorulmuşken gidip güzelce dinlendiğimiz sakin bir yer: Ağva.

Nasıl Gittik: 5 kişi toplanıp, arkadaşlardan birinin arabasına doluştuk. 1 saatlik yolculuğun ardından, Şile'yi geçip, sahil yolu üzerinden Ağva'ya ulaştık.

Nerede Kaldık: Diğerlerine göre tıklım-tıkış olmayan, sakin bir motele gittik: Nehire sıfır Park Mandalin. (Gerçekten muazzam bir yer.)

Ne yedik: O yorgunlukta önümüze geleni yedik. Ama özellikle gidilecek bir yer isterseniz, Rakı&Balık yapabileceğiniz, nehir kıyısında, sessiz ve sakin bir yer tavsiye edebilirim: Nehir Restaurant. Adres: Yeni Mah. Petrol Ofisi Yanı Ağva / Tel: 0216 721 85 33

Cumartesi sabah erken saatlerde yola çıktık. Arabanın tüm kapasite sınırlarını zorladığımız için çok eğlenceli bir yolculuk geçiremedik. Hatta, çantalarımız, yol boyunca erkeklerin "ne gerek var, sanki güneye gidiyoruz, kullanamayacaksınız götürdüklerinizi" gibi sıradan söylemlerine maruz kaldı.

Küçük motelimize varır varmaz, odalarımıza çıktık. Hatta, ne yalan söyleyeyim, ben birazcık kestirdim. Uyandığımda, bizimkiler bisikletleri kiralamış motelin önünde beni bekliyorlardı. Akşama kadar bisiklet sürdük, kayık kiraladık, yürüş yaptık. Saklı Göl'e gittik, Gelin Kayası'nı gördük. Motele geri döndüğümüzde herkesin üzerinde tatlı bir yorgunluk vardı.

Akşam yemeğinden sonra, nehir kıyısındaki çardağımıza kurulduk, üzerimize ince battaniyeler aldık ve huzurlu dinlenme moduna geçtik.

Muhabbet, gırgır, şamata son bulup, gece ilerlemeye başlayınca uzun zamandır özlemini çektiğimiz bir manzara vardı karşımızda: Yıldızlar. İstanbul'da şehrin ışıkları arasında kaybolan yıldızlar, burada tüm çıplaklığıyla karşımızdaydı.

Bence, geri kalanını okumaktansa, gidin orada 2 gün geçirin.

22 Mayıs 2009 Cuma

Vilnius - 04 (Air Gitar)

Arkadaşlar neden hep yurt dışını anlatıyorsun, ara sıra Türkiye'de gittiğin yerleri de yaz, anlat diyor. Onları da sırası geldiğinde anlatacağım. Böyle bir anektod düşeyim dedim.

Ben yine kısa bi yurt dışı anımı anlatmak istiyorum.

Gezdiğim yerleri özlemeye başlayınca çok hassaslaşıyorum. Görüdüğüm herhangi bir şey bana oraları hatırlatabiliyor. Geçen gün nette Samsung'un bi yarışmasını gördüm. Zaten hassasım, böyle bir şeyi görünce de Litvanya'daki en çılgın günüme gitmemek imkansız. (Bu yarışmayı düşünen tüm samsung çalışanlarını teker teker öpmek istiyorum.)

airgitar

Başkent Vilnius'a ikinci sefer gittiğimde Tamsta barda bir yarışmaya katıldım. (Tamsta eğlenmek için güzel bir yerdir.)
Hayali gitar çalıyorsun, en güzel çalan o akşam içkileri beleşe getiriyor. Güzel değil mi?!
En güzel çalan ben değildim ama turist olduğumdan mıdır nedir, en çok alkışı ben almıştım:) Böyle de güzel insanlar var işte.
Mayıs ayında giderseniz siz de deneyin.İçkileri bedavaya getirin, hatta eğlencenin dibine vurun.

22 Nisan 2009 Çarşamba

Brüksel - 01

Avrupa manyağı biri değilim. Hatta, kendi kültürümü savunmak ve başkalarına anlatabilmek için bi' taraflarımı yırtarım. Ama şu an öldürdüğüm yiğidin hakkını vereceğim; Avrupa sahip olduğu değerlere çok daha fazla önem gösteriyor. Böylece ilerleyen yıllarda kendi kültürlerini tanıtacak daha fazla enstrumanları olacak. Bizim?



Neyse, demogojiyi geçiyorum ve Belçika'daki ilk günümden bahsetmeye başlıyorum:) Şimdiden söyleyeyim, paranızı birazcık tasarruflu harcayın. Burası biraz pahalı.

Brüksel'e Almanya üzerinden trenle geçtik. Geçtiğimiz yılın ilk baharıydı. Hava gayet güzeldi. Al Türkiye iklimini, vur Belçika'a. Ama siz yine de hazırlıklı olun. Sonra beddua etmeyin arkamdan:) Kalın bi2 şeyler alın yanınıza.

Her zamanki gibi, trenden iner inmez hem dinlenmek için, hem de kalacağımız yeri belirlemek için bir kafe bulduk. Sam Amca'nın Yeri gibi bir şey. Giderseniz görmemek gibi bir şansınız yok zaten. İstasyonda fazla seçeneğiniz olmayacak. Hostelimizi belirlerken tek kriterimiz paraydı. Geceliği 33 lira gibi bi paraya denk gelen hostel bulduk. Adı "Sleep Well" :) Gayet güzel, gayet şirin. E, zaten amacımız da eşekler gibi uyumak olmadığı için azami insani şartları sağlıyor olması bizim için yeterliydi. Sitesine girin, her şeyi bulacaksınız; fiyatlar, fotolar vs.

hostelimiz



Hostel Türklerin bulunduğu Saint Josse'ye de yakın bir yer. Diğer ülkelerde olduğu gibi Türklere burada da bir yer gösterilmiş ve Türkler oraya yerleşmiş. Daha doğrusu bastırılmışlar diyelim. Allahım, milliyetçi ruhum kabarmış benim Brüksel'de.

Akşam yemeği nerede yenir: Sokakta! Kesinlikle sokakta yiyin. Orada da büfeler var ve bizim büfelerimizin kalitesine ulaşmışlar:) İstediğiniz eti tercih edebilirsiniz, benim gibi domuz eti yemezseniz, seçebeileceğiniz daha bir ton yiyecek bulabiliryorsunuz. Patates kızartması, kumpirimsi bi şeyler, soğuk sandviçler, sıcak sandviçler....

Peki, akşam n'apılır: Biz daha Almanya'dayken planımızı yapmıştık. 3 gün boyunca 30 DJ'in çalacağı elektronik müzik festivaline katıldık. Gerçekten harikaydı. Canımız sıkılınca çıkıp gezdik, canımız sıkılınca festivale gittik. Ayakta duramayacak hale geldiğimizde de hostelimize döndük. Festival programı akşam sekizde başlıyor, sabah 6'da bitiyor. Her sene 20-22 Mart'ta var bu festival. Plan yapacaksanız buna göre yapmanızı tavsiye ederim. Güzel Sanatlar merkezi dedikleri yerde yapılıyor. (Centre of Fine Arts)

Ulaşım: Çok paranız yoksa bisiklet kiralayın, yoksa bineceğiniz her otobüs için 3-4 lira vermek zorunda kalırsınız. Ben hostele sordum ve merkeze yakın bir yerden bisiklet kiraladım.

Tarihi mekanlardan ve festivalden görüntülerle karşınızda olacağım.

*Dip not: telefonunuz avea ise ve kamu tarifesi kullanıyorsanız, hemen iptal edin ya da belçika hattı alın. çünkü ücretsiz konuşma özelliğiniz yurt dışında geçerli değil:) Aman diyim!

12 Nisan 2009 Pazar

Belçika - Müzik Enstrumanları Müzesi

Bu sefer gittiğim bir yerden bahsetmektense, gittiğim ülkedeki tek bir yerden bahsedeceğim. Yoksa kendimi affetmem:)



Viyana'ya gittiğimde, Belçika'ya geçip Brüksel'e de uğramıştım. Sadece bu müzik enstrumanları müzesini görebilmek için.

MIM: Musical Instruments Museum

Tarihten günümüze, doğudan batıya sürekli gelişme göstermiş müziğin tüm ayrıntılarını burada görmek mümkün. Üç katlı bir hazine. İncelediğiniz her enstrumanda, okuduğunuz her bilgide müziğin neden evrensel olduğunu anlıyorsunuz. Bizim arkadaşların dokunma merakını giderebildiği bazı deneme enstrumanları da mevcuttu.

muzik



Katları gezerken çok güzel neyler görebilirsiniz, bağlamai ud ve tanıdık gelen birçok enstruman görebilirsiniz. Bunların alt bilgilerini okuduğunuz zaman Flamenko gitarın atasının Ud olduğunu çıkarabilrsiniz. Fakat kullanımı kültürel yapıya ve ritme göre değişmiş ve son halini almış.

muzik02



Bence müzikle ilgilenen herkesin ölmeden önce görmesi gerekn yerler listesine alması gereken bir yer burası. Gidin, görün.

İnsanoğlu Şaman ayinlerinden bugüne, kullandığı her enstrumanda insan sesini süslemek için çeşitli uğraşlar göstermişler. Ama amaçları hiçbir zaman insan sesini yakalamak olmamış. Amaçları sadece insan sesini süslemek olmuş.

*Brüksel günlerimden bahsetmeden geçmeyeceğim tabii ki:)

24 Mart 2009 Salı

Riga - 02

N'aptınız? Tepindiniz değil mi sabaha kadar! Cık cık cık...

Şimdi ben size güzel bi yer söyleyeyim, gidin orada azcık ayılın, kendinize gelin.

Gittiğimiz yerde bütün gün oturabilirdim. Ama bizim kurtlular rahat duramadı, oturmaya mı gelmiş mişiz? Eğer sevgilinizle gittiyseniz bu doğu avrupa diyarına ya da orada sevgili yaptıysanız; gidin bu kafeye akşama kadar oturun. Kah muhabbet edin, kah iletişimi kesin kitap okuyun... Dışarıda kar yağıyor, içerisi sıcacık. Letonya radyosu çalıyor inceden, DJ'in ne dediğini anlamıyorum bile ama yine de güzel. Hee, kafenin adını sanını vermeyi unuttum ya:) Riga Black Magic. Tıklayınca harita üzerinden yol tarifi çıkacak. Adresi "Kalku 10" galiba. Öyle hatırlıyorum. Keklerinden yemeği sakın ama sakın ihmal etmeyin.

blackmagic



Ben peş peşe iki akşam tepinmekten hoşlanmıyorum. Siz de tepinmeyin, zaten fazla zamanım yok. Olanını da sırf tepinmekle harcıyamam.

Neyse, biz çıktık bu güzelim yerden. Hava soğuk. Teyzelerle, amcalarla beraber emekli gezisi yapıyoruz. Müze, kale, saray... (Bi' gün bu yaşlı amcalardan birisi gözümün önünde can verecek, ondan korkuyorum.)

Eski kent denen yere geldik. Tarihi yerleri pek iyi bilmediğimiz için bize bi rehber lazım. Ama rehbere para vermek içimizden gelmiyor. Durum böyle olunca, bi rehberin peşinden ördek yavruları gibi yürüyen yaşlı bi kafile gördük. Arada azcık bir mesafe bırakarak, çaktırmadan onları takip ettik. Rehber de o kadar yüksek sesle konuşuyor ki, duymak için ekstra bi çaba sarf etmeye gerek kalmıyor. Bu da benden size tiyo olsun:)

Black Magic'ten çıkmamızın bi tek güzelliği oldu. Akşama gideceğimiz yeri bulduk. Yüz yıllık ağaçlardan yapılmış, İsveç masalarıyla donatılmış birahane:) Çok güzel yerel yemek menüleri de var. Etraftaki LCD televizyonlardan Hokey maçı bile izleyebiliyorsunuz. Mekanın adı LIDO. Adres de bu: Krasta iela 76. Buradaki en tuhaf şey, avea'nın reklam karakterlerine benzer kuklaların tavanlardan asılıyor olmasıydı:) Acaba onlar mı bizden gördü, biz mi onlardan gördük. South Park'a falan benzemiyordu, direk avea'nınkilerle aynıydı. Bilemedim valla.

lido



İşte, gecenin bi vaktine kadar buradaydık. Bi' ara bovling oynamaya gidelim diye fikir atıldı havaya ama havada asılı kaldı. Sakin sakin hokey maçımızı izledik. Sonra hostelimize gittik.

23 Mart 2009 Pazartesi

Riga - 01

Litvanya'ya giderseniz, Riga'ya uğramadan geri dönemeyin. Zaten araları 2 saat falan. Riga, Letonya'nın başkenti. Avrupa'nın önemli kültür, sanat, eğitim ve finans merkezlerinden birisi. Doğu Avrupa'nın da en önemli şehri. Oldukça eski bir tarihi var; 1200'lere dayanıyor. 1600'den sonra sırasıyla Polonya, İsveç ve Rusya egemenliğine girmiş olsa da şimdilerde serbest, özgür, divane :) Bu bilgileri oraya gitmeden sağdan soldan okuyorum. Yoksa, ziyaret ettiğim ülkelerin tarihiyle pek ilgilenmiyorum. Zaten gidince gezilen turistik yerlerden çıkarıyorsun her şeyi. Yok şu katliam anıtı, yok bu kralın yazlığı derken tarihle dolup taşıyorsun.


Kısa bir girişten sonra kendi macerama geçiyorum.


Yine şirin mi şirin bi hostel bulduk. Eğer turist sezonunda bir yere gitmiyorsanız, kalacak yer için önceden rezervasyon yaptırmanıza gerek yok. Yanınızda laptopunuz varsa, bi yerde yorgunluk kahvenizi içerken kalacak yer bulabilirsiniz. AMa siz benim bu tavsiyeme uyun:) Hostelin adı Riga Hostel. Kahvaltı ve gün boyu çay-kahve onlardan. Yani beleş. Her oda da internet var. Daha ne olsun. Hemen yanında da gece kulübü var. Bu durumda korkusuzca dağıtabiliyorsunuz. Ama erken uyurum ben derseniz bu hostelde kalmayın. Gece 12-1'e kadar yatakta dans edebilirsiniz. He, fiyatı da ben gittiğimde 10 yuroydu. Bizdeki hostellerden daha ucuz.


Çantaları atar atmaz dışarı çıktık. Biraz keşif, biraz ziyaret derken akşamı ettik. Buradaki tarihi binalar da Adolf Amca'nın ve Ruslar'ın gazabına uğramış. Kiliselerini ziyaret nedin; St. Johns'tan başlayabilirsiniz. Yahu, burada da dilenciler var. Demek turizmi fırsata dönüştüren sadece bizimkiler değil. Ama buradakiler işlerini biraz değişik ifşa ediyor. Dizlerinin üzerine çöküp, yere secde eder pozisyonda duruyorlar. Önlerinde bir para kutusu. Onlar secde halinde oldukları için kimin, ne kadar para attığını görmüyor. Yanımızdaki bi arkadaşın dediğine göre bu hareketleriyle para verenin karşısında bi teşekkür gösterisiymiş bu. İlginç! Gidip adamın koluna asılmak, eteğine yapışmak varken...


stjohns


Bu Doğu Avrupa ülkeleri biraz soğuk. E, haliyle tüm eğlencelerini kapalı alanlarda gerçekleştiriyorlar. Kapalı mekanlarda da sigara içmek yasak. Allahım ya, alkol ve sigara birbirinden ayrılır mı? Ayrılmaz. O zaman ikisini bir arada bulana kadar aramak lazım. Biz öyle yaptık:) İyi de yapmışız. Chill out parti veren bi gece kulübü bulduk. Chill out olur da, ortalık dumansız olur mu? Olmaz! Bana hak veriyorsanız http://www.nautilus.lv 'u tavsiye ederim.


Bu tip yerlerde bazen mekana yabancılaşıyorum. Yahu, sabaha kadar hoplayıp, zıplıyorsun; bağıra bağıra konuşuyorsun, sonra sabah kalkınca of anam! Ne gerek var o zaman, deli miyim ben? Hem bizimkisi dans etmek de değil. Anlamsızca hareketler bütünü. Ama dayanamıyorsun işte, içeri girince bi süre sonra girdabın içindesin. Deliler gibi:)


Buralara gidin şimdilik. Kalacak yeriniz var, karnınız tok, sırtınız pek. Sabah başınız ağrıyarak kalkacaksınız zaten. İşte o zaman size, kahve içilecek sakin yerler göstereceğim.

9 Mart 2009 Pazartesi

Barselona - 03

Geceyi biraz tepintili geçirdiğimiz için herkesin kafasında bir sorun var. Nedense kimsenin beyni, kafatasına sığmıyor. Kalktık. Duş aldık. Açız. Acilen kahvaltı yapmamız lazım ama saat 3 olmuş. Avrupa'da tuhaf bi uygulama var: Birçok yerde, belli bir saatten sonra kahvaltılık yiyecekler menüden çıkarılıyor. Tost, sandviç vs. Bunlara öğleden sonra ulaşmak zor. Yahu biz akşam yemeğini bile tostla yapan insanlarız. Ama yine kahraman resepsiyonist çocuk bize güzel bi yer tarif etti: Les Quatre GATS. Bu da kahvaltı yaptığımız yer ve menüsü. İsterseniz online menüye bakın, gidip gitmeyeceğinizi belirleyin. Amme hizmeti sunuyorum valla :)

4gats_021
Yemeklerimizi yedik. Bu akşamı sakin geçirme derdindeyiz. Haritadan nerelere gidebiliriz diye baktık. Maremagnum diye yer var. Barselona yat limanın hemen yanında. Büyük turistik bi mekan. İçinde birçok şey var. Alışveriş merkezinin eğlence versiyonunu düşünün. Buraya gitmeye karar verdik. Ama siz sakın gitmeyin. Sakin dediysek, kel alaka bi yer demedik. Eğer illa ki görcem ben derseniz gidin, ama bir çokgezen tavsiyesi olarak gitmemeniz hayrınıza olur. Kim ne derse desin!

Biz de kendi eğlencemizi yaratmaya karar verdik. Barselona sokakları sizi her an eğlendirebilecek potansiyele sahip. O yüzden bir yerde sıkıldıysanız, fazla beklemeyin. Atın kendinizi dışarı. Eğlenecek, görecek bi yer en fazla 5 dakika içinde karşınızda.

Barcelona - 02

Akşam bir yerlere gitmek gerek ama biz yine gidecek bir yer bulamıyoruz. Bu durumda en iyi seçenek kaldığınız otelin veya hostelin resepsiyonundan tavsiye almak. Resepsiyondaki çocuğa sorduk; çocuk önce bizi bi süzdü sonra "Mojito of Soul" dedi. Herhalde tipimizin nereye uygun olduğunu süzdü önce, sonra tavsiyesini veriverdi. Tarifi aldık gidiyoruz.

Mojito of Soul: Reial'in içinden geçtikten sonra, dar bir sokağa giriyorsunuz. O yolu devam edin, hemen solda. (Çok doğaçlama bi tarif oldu, ama eminim benim bulunduğum yere giderseniz, bu tarif size yetecektir.)

Mojito of Soul'e girdiğimiz gibi ilk şoku yaşadık. Bir kadın adamın elini yalıyordu. Biz gayet saf turist modunda şaştık, kaldık. Parmak falan değil, bildiğimiz el. Kadını en son yerlerde yuvarlanarak dans ederken gördüm. Bi arıza vardı galiba kadında. Neyse, nerde kalmıştık. He, Barselona'da nereye giderseniz gidin, ama Mojito of Soul'a uğrayın. Tadabileceğiniz en mükemmel mojitolar burada. Üzerine unutulmaz Barselona anıları cabası.

Birkaç saat sonra aynı yerde duramama hastalığına yakalanmış biz tabanı yanık itler, başka maceralar peşine düşme dürtüsüne gark olduk. Toparlanırken, barmaid yanımıza geldi ve nereye gideceğimizi sordu. Biz de "Yüreğimizin Götürdüğü Yere" dedik. (Bu lafı klişe olarak algılamayan birine söyledim. Bu da ayrı bi heyecan tabii:) Sonra barmaid ne dese beğenirsiniz:

- 3 tane davetiyem var. Fellini için, isterseniz vereyim.

Fellini'nin ne demek olduğunu, Fellini'ye gitmeden anlamak biraz zor. Barselona'nın en gözde, en hareketli mekanlarından biri.

1006862281_d905d46e70

Burada kurtalarınızı iyice dökün. Hoplayın, zıplayın. Burası Barselona, burası Fellini:) Bi ara nefes almak için dışarı çıktığımı hatırlıyorum. Hem yorucu, hem eğlenceli. uzun zamandır böyle bir şey arıyordum.

Saat geç oldu. Çıkıp otele döneceğiz. Ama arkadaşlardan biri yok. Telefonu yanındaydı ama ulaşamıyoruz. Bi önceki yazımda bahsettim ya Avea'dan, nazar değdi. Bu durumda size bir yoldaş tavsiyesi, gidip bakmanız gereken ilk yer tuvalet:) Arkadaşı orada bulduk. Telefonu da klozetin içinde yüzüyordu, avea n'apsın! Ee, bu kadar tepinmeye olacak o kadar.

Fellini'den çıktık, otele döneceğiz. Taksi çevirdik. taksiciler İngilizce bilmiyor. Ama sorun değil. Siz Türkçe konuşmaya devam edin. Onlar da size Katalanca cevap verecek ve her şey güllük gülistanlık olacak. Cidden.

Bu kadar benziyoruz yani biribirimize.


26 Şubat 2009 Perşembe

Barselona - 01

Ve hayallerimin ülkesi, rüyalarımın Alice Harikalar diyarı İspanya'dayım. Hatta, Barselona'sındayım.

Burası, doğu Avrupa sınırlarının dışında ziyaret ettiğim ilk Avrupa ülkesi. Babam sağolsun, bu sefer bana biraz destek çıktı:)

Mümkünse hiç uyumayacağım dedim kendi kendime ve yanıma bazı yaşam destek vitaminleri aldım. Gezilecek, görülecek çok yer var. Gezmesen bile boş boş oturup etrafı kesmek, kendini bırakıp dar sokaklarda kaybolmak gerek.

Uçaktan indik. Otelimizin bulunduğu bölgeye gitmek için yollandık. Evet! Bu sefer hostelde değil, otelde kalıyorum. Otelimiz, olimpiyat kasabasının yan tarafında kalıyor: Icaria Hotel. Sahile 10 dakikalık bir mesafede. Burada olimpiyatlar zamanında sporcular ve gelenler için yapılan evler, olimpiyatlardan sonra boş kalmış. Devlet de bunları engellilere hiçbir ücret talep etmeden vermiş. Geriye kalan evleri ise maliyetine halka satmış.

Haa, bu arada ilk defa Türkiye hattımı kullanıyorum yurt dışında. Hiçbir sorun yaşamadım. Avea'nın yurt dışı hizmeti güzel. (Birçok ilk yaşadım burada:)

Çantaları bırakır bırakmaz Sagrada Familia'yı gezdik. Muhteşem bir yer. Kesinlikle görmeniz gerekiyor. Bundan yüzyıllar sonra yaşayacak insanlar, bizim şu an piramitlere duyduğumuz hayranlığın aynısını, Sagrada Familia'ya karşı hissedecekler. Eminim. Bakın. Öyle değil mi ama:)



Boynumuza kramplar girene kadar baktık, dolandık etrafında ve hiç dinlenmeden rotamızı Gaudi'nin apartmanına çevirdik. (Gaudi, Barselona denince akla ilk gelen insanlardan. Mimarlık dünyasının görebileceği en yaratıcı insanlardan. Barselona'nın birçok yerinde onun izleri vardır. Modernizmin en başarılı temsilcisidir.) Neyse, Gaudi'nin apartmanına gidiyorduk, ama gidemedik. Söylemekten çok utanıyorum ama yol üzerinde Camper, Zara, Mango, Berksha vardı:) Ve biz o an şuurumuzu kaybettik. Bu arada, Camper fiyatları burayla aynı.

Acıktık ve akşam olmak üzere. Tapas yiyin. Eğer bizdeki mezecileri seviyorsanız, soğuk arnavut ciğeriydi, haydariydi falan, bunlara da bayılacaksınız. Hem akşam yemeğiniz de ucuza gelir:)


İlk akşamı otel ve civarında geçirme kararı verdik. Geri dönmek için metroya ulaşmamız gerekiyor. Metrolar çok enteresan: Çişli koltuk, sevişen bir çift, soyunan bir adam, sevişen çiftin erkeğinin soyunan adamı kesmesi. Tuhaf yani. Ertesi günü anlatmaya devam edeceğim. Şimdi biraz sangria zamanı:)

24 Şubat 2009 Salı

Varşova - 03

Varşova'dan çokça bahsetmiş gibi oldum galiba :) Zaten, şimdilik bu son yazım olacak. Daha sonra hostelde kiraladığımız bisikletlerden ve über maceralarımızdan bahsedeceğim. Belki hemen bahsetmemi istersiniz. İster misiniz? (Yol yapma çabaları)

Bugün, klasik turist modunda önemli yerleri, müzeleri, parkları falan geziyoruz. Lazienki Park'tan başlayalım. Burası Kral Stanislaw'ın isteğiyle 1790 yılında Kamsatzer'e yaptırılmış. Kral beyefendi burayı yazlık olarak kullanıyormuş. Çoluk çocuk toplanıp, yazları buraya geliyorlarmış.

lazienki



Ayrıca, parkın içinde önemli besteci F. Chopin'in heykeli var. Gidip baktım. Heykellere böyle boş boş bakmak nasıl bir şeydir ya. Ben anlamıyorum Gothic, Bohem falan. Madem adam besteci, madem dijital çağdayız, yanına bestelerinden dinleyebileceğimiz bi alet koy değil mi? Çok bilirim ben:)

chopin



Yanınıza kahvaltılıklarınızı getirdiyseniz, atın sofra bezini yere. Bu parkta yapın kahvaltınızı, şaka yapmıyorum:) Buradaki misyonumuzu tamamladıktan sonra yol alıyoruz Castle Square doğru. Yol üstünde Soviet War anıtı var. İkinci dünya savaşında Nazilere karşı savaşan Sovyet askerlerinin anıtı. Ancak, bu anıt Polonyalılar tarafından pek sevilmiyor. Çünkü Ruslar artık bu bölgelerde sevilen bir millet değil. Fotoğrafını koymayacağım bu anıtın.

Sıra Royal Castle'da. Kraliyet sarayı gibi bir şey. Gayet şaşalı ve görkemli. 17. yüzyılda inşa edilmiş, 300 odası var. Kralın yatağını gördük, çok küçük. Kral nasıl yatar yahu dedik, bizimkilerin sadece kavuğu sığar bu yatağa dedik. Adamlar böyle yataklarda yatıyormuş. Neyse, kale ikinci dünya savaşında Naziler tarafından hasar görmüş. 1984 yılında onarılmış. kalenin havası o kadar mistik ki o yüzyıllara geri dönüyorsunuz.

Ben çok yoruldum ve tam zamanında Kale Meydanına geldik. Burası gerçekten dinlenip, nefeslenmek için süper bir yer. Oturun bi kafeye, sessiz sessiz kahvenizi içerken etrafınızı gözlemleyin. Çok ilginç şeyler göreceksiniz. Puzzle dünyası gibi.

warsawcastlesquare


Son olarak Nazilerden kalmış bir toplama kampını ziyaret etmenizi öneririm. Katliamın soğukluğunu kırık dökük yataklarda, virane odalarda hissedebilirisiniz. Bunu kesinlikle görmelisiniz.


Hadi ben kaçar. Her yeri gezeceğim diye kendinize yazık etmeyin.


Yarına başka bi ülkenin şehrinden dem vuracağım.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Varşova - 02

Bu arada, geçen yazımda söylemeyi unutmuşum. Hava alanından eski kente tek otobüsle gidebilirsiniz. Otobüsün numarası 175.

Hosteldeki odamda yeterince dinlendim. Kot pantolonla uyumanın yarattığı yorgunluğu atmak için hemen sıcak bir duş aldım. Kale meydanında arkadaşlarla buluştum. Ben yine her zamanki gibi güzel ve kaliteli bi jazz bar buldum. Yorucu bir geceye başlamadan önce ilk durak olarak jaz bar, bünyeye iyi geliyor. Vücudu ve kulakları birazcık daha dinlendirip, sonra at koşturmak için sokaklara, kulüplere salmak :)

Jazz barın adı Tygmont jazz club. İnternet sitesi pek yardımcı olmuyor. Adresi ben vereyim, daha iyi: Mazowiecka 6/8. Eski kente çok yakın, yürüme mesafesinde. Giriş ücretsiz ama bazı akşamlar önemli müzisyenler geldiğinde  4-5 dolarlık giriş ücreti alınıyor. Yaklaşık 20 Polonya 'zloty'si. Yaklaşık 2 saat içerde kaldık, birkaç tane geceye hazırlık olsun diye bira yuvarladık. Votka-tonik karışımını şimdilik erteledik :)

tygmont-jazz-club


Nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Aramızda daha önce buraya gelmiş bi arkadaş var. Club Balsam diye bi yerden bahsetti. Oraya gittik. Adresi de vereyim: Ul. Raclawicka, bu da google map. Gayet eğlenceli, hareketli ve sıcak görünüyor. Ama sadece görünüyordu, zira kafamıza göre bi yere gitsek daha fazla eğlenebilirdik gibime geliyor. Her şey yerli yerinde diyorsun ama bir şeyler eksik burada. O da doğallık. Etrafımdaki herkes kasılıyor. Sanki herkes görücüye çıkmış, stres üstüne stres yapmışlar. Ne gerek var, fani dünya. Eğlenmekle coş. Cık cık cık... (Aşağıdaki fotoya bakın, oturarak dans edenler var.)


balsamm



Beğeni oranı düşü kalınca saat 12 gibi başka bir bara gittik. Topluca, sürüyle. Bu daha başarılı bir yerdi. Adı Club Piekarnia, adresi ul. Mlocinska. Bu da google map. Yine merkeze çok yakın. Zaten gecenin bir vakti fazla uzaklaşmaya niyetimiz yoktu. Çok eğlenceli, yer yer kalabalık, süper Dj performansı. Burayı beğendik, sabaha kadar da burada takıldık. Zıplayan zıplayana, hoplayan hoplayana. Zaten bi süre sonra herkes uçtu. Kim ne yapıyor, kimsenin umrunda değil. Bi yer daha duyduk. Gidelim mi gitmeyelim mi diye düşündük. Sonra vazgeçtik. Tamamen öğrencilerin takıldığı bi mekan: Klup Park. İsterseniz gidin.

piekarnia



Saat sabahın 4'ü oldu. Gidip biraz uyumaya karar verdik. Daha sonra şehrin önemli noktalarına demir atacağız: Lazienki Park ve Chopin Heykeli, kiliseler, Warsaw Uprising, Royal Castle... Yani, yorucu bir gün olacak. Azcık, ama azcık dinlenmek gerek.

19 Şubat 2009 Perşembe

Varşova - 01

Varşova da doğu Avrupa'nın birçok ülkesi gibi sonbaharda veya kışın ziyaret edilebilecek çok güzel bir şehir. Polonya'nın başkenti.

Bu sefer küçücük bir çanta aldım yanıma. Sadece bir hafta kalacağımdan pek bir şeye ihtiyacım olmayacak. Böylece Varşovaya iner inemez kalacak bir yer aramaktansa, eski kenti gezme fırsatım oldu.

Eski kentte yürüyordum. Hafif yağmur çiseliyordu. Kulağımda Villa Valo, mırıldanıyordum. Yağmur tanelerinin sesini duyabilmek için kulaklıklarımı çıkardım. Üşümüyordum. Öyle ki, yüzyıllar önce buralarda yaşamış insanları görüyordum etrafımda. Kimi patates sepetiyle sokak aralarında geziniyor, kimisi küçükcük penceresinden başını çıkarmış, insanlarla konuşuyor.

warsaw05
Daha fazla ıslanmadan bir kafeye girdim. Cafe 6/12, ısınmak için ve kalacak bir yer bulmadan önce sıcak bir kahve içmek için güzel bir yer. Kahvemi içerken haritamı karıştırdım, arkadaşlarla buluşmak için bir yer aradım. Çoğu insan Castle Square dedikleri kale meydanında buluşuyor. Kahvemi içtim, enerjimi depoladım, hoppa. Kalkma zamanı. Hostelime doğru yollandım. Burası da diğer hosteller gibi şirin ve ufak bir yer. Geceliğini 20 euro'ya kurtardım:) Bir de sabah kahvaltısı. Eğer bir ülkenin kültürünü gerçekten yaşamak istiyorsanız ya ufak bi köyünde kalmak gerekir ya da hostellerinde. Aşağıdaki fotoğrafa bakın. Kaldığım oda burası. Süper. Hostelin adı OkiDoki :)

okidokihostel02
Çantalarımı attım, uzandım yatağıma. Yolculuk birazcık yormuş galiba. Akşam arkadaşlarla buluşana kadar biraz kestireyim değil mi:) Güzel yemekler yiyeceğiz. Bir de sabaha kadar sokaklarda sürteceğiz. Aman uyuyakalmayın, uyandırmam ben sizi:)

13 Şubat 2009 Cuma

Vilnius - 03

Gidiyoruuuuz... Hazır mısınız? En güzel kıyafetlerinizi giydiniz mi? 

tamsta02

Bu gece iki alternatifimiz var. İkisine de gitmenizi öneririm. Gidenler pişman olmadı, bilesiniz:) Önce loş ışıklar altında canlı jazz dinleyebileceğimiz bir yere gidiyoruz. Adı TAMSTA, adresi Subaciaus 11a. Çok basit, eski fabrika neresi diye sorarsanız daha kolay bulursunuz. Tamsta'da haftanın 4 gecesi canlı jazz var, hatta Çarşamba günleri open-mic günü. Yani, isteyen sahneye çıkıp yetenekleri sergileyebiliyor.

pross

Tamsta'da 2-3 tane Litvanya birası içtikten sonra, saat de geç olduktan sonra ikinci mekanımıza doğru yola çıkıyoruz. Eğer kış mevsimindeyseniz çok sıkı giyinin, geceleri felaket soğuk oluyor. Veeee geldik. Araları yürümeyle 15 dakika. Adı PROSPEKTO, adresi Gedimino 2. Gerçekten felekten bir gece geçirmek istiyorsanız, burası hayatınızda bir ilk olacak. Şu fotoğraflara bakın :)

Sabah uyandığınızda otelinizde olduğunuzdan emin olun:)

10 Şubat 2009 Salı

Vilnius - 2

Yediniz, doydunuz. Hatta, şiştiniz değil mi:)

Eritme zamanı. Akşama kadar gezeceğiz. Şimdi öncelikle, Vilnius en yüksek yerine gideceğiz. Ve bir şehrin en yüksek yerinde ne olur: Kaleee! Korkmayın öyle en yüksek dediğime, Vilnius tabak gibi bi' şehir ve en yüksek noktası 200 metre civarında.

Katedrali artık biliyorsunuz. Katedralin arkasındaki okları takip ederek 15 dakika içinde bu noktaya ulaşabilirsiniz. Şehrin en güzel manzaralarından birini burada yakalayacaksınız. Hatta bu şehirden ayrılmadan önce gün batımını son bir kez buradan izleyin. Kale, 13. yüzyılda inşa edilmiş ve 48 metre yüksekliğinde. 

kale

Burayı ziyaret ettikten sonra hemen Kalnai Park'taki "Hill of Three Crosses"a geçiyoruz. İkisi de biribirine çok yakın. Bu iki yer, Vilnius en yüksek 2 doğal noktası. Doğal diyorum, çünkü bir de TV Tower denen bir şey var. O doğal değil, el yapımı:) Konuyu dağıtmayalım. Türkçe'ye 3 Haç olarak çevirebileceğimiz tepenin hikayesi: Zamanında 3 Ortodoks rahibi burada öldürülmüş. Onların anısına 3 haç dikilmiş. Yılın belli dönemlerinde insanlar burayı ziyaret ediyor. Buradan manzaraya bi' bakın. Yugoslav ve İtalyan karışımı bir şehir ayaklarınızın altında serili olacak. Fotoğraf koymuyorum. Gidin, görün:)

3cross

Son bir yer daha söyleyeceğim ve oradan sonra bi' yorgunluk kahvesi içip alemler hazırlanacağız. Gezilmesi gereken diğer yerleri de sonraki yazılarda anlatacağım. Bugünlük son durağımız  16 yüzyılda inşa edilmiş Gate of Down. Meryem Ana gibi bir hayat süren Rahibe Teresa için yapılmış. Ama bu geçitin diğer tarafına bakaak olursanız, şehri düşmanlardan korumak için mevizlenmiş askerlerin bulunduğu odacıkları görürsünüz. Yani zamanın kutsal geçiti, başka zamanların koruma kalkanı olmuş. İçeri girin dilek dileyin. Gezin. Dua edin. Ne çıkar? 

gatesofdown

6 Şubat 2009 Cuma

Vilnius - 1

(Prag'tan çok bahsettim. Belki ileriki yazılarımda geri dönerim.)

Sıra geldi Vilnius'a. Vilnius neresi yahu mu dediniz. Telepatik güçlerim vardır. Siz okurken, ben duyarım. Vilnius, Litvanya'nın başkenti. Güzeldir. Kışları soğuktur. Yazları, Türkiye'nin ilk bahar havasını tadarsınız. Doğu Karadeniz'in tüm yeşil tonlarına burada rastlamak mümkün.

Benim Vilnius'ta bulunduğun günlerde Vilnius, tarihinin en soğuk kışını yaşamaktaydı. Şubat-2006. -30'u gördüm. Dondum dondum dirildim. O şekil yani.

Uçaktan indim. Her yer bembeyaz. O kadar beyaz ki hava alanından çıkışı bulana kadar canım çıktı. Kapısız bembeyaz bir odanın içine hapsedilmiş gibi hissettim kendimi. İlk gün arkadaşımın evinde kaldım. Çünkü gecenin bir yarısı, Avrupa'nın birçok şehrinde olduğu gibi burada da açık bir yerler bulabilmek çok zordur.

Sabah ilk iş kalacak bir yer buldum. Old town diye tabir ettikleri eski kentte ufak, şirin bi hostel buldum. Her şeyiyle diğer hostellerle aynı standartları barındırıyordu; ancak tek fark ısıtıcılarının hayvan gibi çalışmasıydı:) Dışarıya çıkarken kat kat giyiniyordum, içeride şortla geziniyordum. Bu, o soğuk havada süper bi şi. Hostelin adı Vilnius Backpackers. Vilnius'un mimi olan katedrale çok yakın. (Alttaki fotoya bakın.)

katedral1

Hatta daha sonra bahsedeceğim Uzupis'e de çok yakın.Adres bu: Sv. Mikalojaus 3/1, haritadaki yeri de şu. Kalacak yer bulmak için çok da çabalamayın, hepsi aynı. Arkadaşımın tavsiye ettiği ilk yer de burası. Burası da eski kente çok yakın.Gecelik 10-13 euro arasında değişiyor fiyatlar.

Yemek yemek bazen çok işkenceli bir hale bürünebiliyor. Çünkü hava soğuk ve insanlar soğukta yağlı yiyecek olduğu için domuz mamüllerini tüketiyorlar. Hatta, bir keresinde hiç bilmeden, kandırılarak, domuz bağırsağına sarılmış patates yedim. Sonra da "Sen de biz ekokoreç yedirmiştiiiiin" gibi haklı bir intikam cümlesi ile karşılaşmıştım. Alma ecnebinin ahını çıkar böğüre, böğüre, çok afedersiniz. Ama şu aşağıdaki fotoda gördüğünüz Pilies Gatve'de her türlü yemeği bulabilirsiniz. Kebap bile. Katedralin hemen arkasında kalıyor.

piliCaddelerine gezerken orta çağ Avrupa'sına yolculuk ediyor insan. Rus zülmünden başka bir hasar görmemiş. Adolf amca pek uğramamış. Dolayısıyla yapı kültürü bozulmamış. Gençleri sıcak, cana yakın; yaşlılara pek bulaşmayın:)

Siz bir yer bulun şu cadde de kendinize, yemek yiyin. Sonra ben size gezilecek birkaç yer göstereceğim, sonra hooop alemlere.

2 Şubat 2009 Pazartesi

Prag - 3

Eveet! Çok yorulduk. Jazz sevip sevmediğinizi bilmiyorum ama Prag'da tabanı yanık itler gibi gezdikten sonra bana çok iyi gelmişti. Canlı jazz performansı... Ungelt Jazz CLub'ta. Herkesin ziyaret ettiği saat kulesine çok yakın.

ungelt

Şurada web sitesi ve google map üzerinde nokta atışı var. Biranızı yudumlarken ya da yeşil perinizle baş başayken kesinlikle iyi gelecektir Ungelt Jazz Club. Hele ki gecenin ilerleyen saatlerine enerji depolamak istiyorsanız, bu ziyaret size 5 snickers, 3 redbull, 2 burn etkisi yaratacaktır.

Dinlendik mi? Bence dinlenmiş olun. Zira, zamanınız benim gibi kısıtlıysa daha çok işimiz var. Şimdi, önce nasıl bir yerde dağıtmak istediğinize karar verin. 80'ler, 90'lar dinlerim, hoplarım zıplarım derseniz Chapeau Rouge Bar & Club'a gidin. Adresi de bu: Jakubska 2, Old Town, Prague 1

canli


Yok efendim, 80'ler, 90'lar evde de var derseniz, daha hareketli bi' yer isterseniz buyrun sizi Karlovy Lazne Dance Club'a alayım. Ama çok sıkışık, ona göre: Novotneho Lavka 5, Old Town, Prague 1

hoplamli1

Yahu, bi' daha mı geleceğiz Prag'a, hadi sadede gel derseniz de Captain Nemo Strip Club hizmetinizde. Fakat hak verirsiniz ki oranın fotoğrafı yok:) Adres: Ovocný trh 13, Old Town, Prague 1. (Old Town'daki bulabildiğimiz tek strip club buydu, ama New Town denen yerde bi' sürü var.)

Ee, artık yorumuş olmalısınız. Gidin yatın, ne bileyim. 2-3 saat uyumanız şart.

28 Ocak 2009 Çarşamba

Prag - 2

Aç bıraktım sizi, pardon:)

İndiniz, otelinize yerleştiniz. Şimdi karnımızı doyurma vakti. Herhangi bir yerde yemek yiyebilirsiniz. McDonald's var, KFC var. İtalyan restaurantı var, Yunanı var. Yerel bi' şeyler bulmak zor, bunun için biraz şehrin dışına çıkmanız gerekiyor.

Ama ben size tek bir yer tavsiye edeceğim. Ve oraya mutlaka gidin. Lütfen gidin. Hayır, tabii ki komisyon almıyorum adamlardan. Ama ben her Prag'a gidişimde buraya uğramadan geri dönmem.

Restaurantın adı CANTINA, adresi MALA STRANA, UJEZD 38. Çok güzel bir meksika mutfağı. Ve ucuz. Hatta, yemekten sonra biraz muhabbet edip tekilalarınızı yuvarlayabilirsiniz:)
>>> www.restauracecantina.cz/

meksika

meksika2

Karnımız doyduysa şimdi eritme vakti. Prag Kalesi'ne çıkmadan önce yolunuzun üzerindeki National Museum'a uğrayın. Giriş ucuz. Kırmızı bir halı karşılayacak sizi. İçerde çeşit çeşit hayvan fosilleri, değerli taşlar vs. göreceksiniz.

nationalmuseum
Burada fazla oyalanmadan kalenin yolunu tutun, zira erken kapanıyor. Eli boş geri dönmek insanın içine oturuyor. 9. yüzyıldan kalma bu kale, dünyanın en büyük kalelerinden biri. 570m yükseklik, 130m genişlik. Çek Cumhuriyeti, Çekoslavakya'nın imparatorları ve kralları burada yaşamışlar. 1918 yılından bu yana devlet başkanı oturmakta.

kalepraha3

Yoruldunuz değil mi? Ayaklarınıza kara sular indi. Yarın, bi' yandan dinlenebileceğiniz, bi' yandan da çok güzel jazz dinleyebileceğiniz bi' kulüpten bahsedeceğim. İpucu... Adı: Ungelt.

27 Ocak 2009 Salı

Prag - 1

(Viyana yazılarına çok kısa bir ara verip, Prag'tan bahsedeceğim.)

Prag da Viyana gibi anlatarak bitirilemeyecek şehirlerden biri. O zaman n'apıyoruz? En yakın tatilde çantamızı sırtlayıp Prag'a uçuyoruz. Ben sadece Prag'a indiğinizde size yardımcı olacak yerleri, insanları anlatacağım. Gördüğüm her şeyi anlatamam ki, azcık da bana kalsın:)

Prag'a ilk adımınızı attığınızda gökyüzüne bakın ve derin bir nefes alın. Bu eylem, hem "Seni yeneceğim Prag" anlamına gelir, hem de uzun ve unutulmayacak bir gezi öncesi ilk hazırlıklar anlamına gelir. Prag'ı gezmek için belli bir mevsim seçmenize gerek yok; her mevsim güzeldir. He, illa ki bi mevsim söyle derseniz, sonbaharın ilk aylarını tavsiye edebilirim.

Pekiii! İndikten sonra ilk iş bir yere yerleşmek olacaktır. Bir otel, bir de hostel adı vereceğim. Bunlar hem ucuz, hem konforlu, hem de Prag'da bulunduğunuzu her an hatırlatacak yapıda yerler.

1- Hotel City-Centre, 1. Bölge, Revolucni 4: Merkeze çok yakın. Ne kadar yakın derseniz, gece sarhoş olduğunuzda kısa sürede kendinizi yatağa atabilecek kadar yakın:) Bir geceyi 15 yuro ödeyerek geçirebilirsiniz. 24 saat sıcak su, televizyon ve sabah kahvaltısı yanında ekstrası. >>> www.city-centre.cz

citycentre

2- Hostel One Prague, Cimburkova 916/8: İşte burası harika bir yer. Tatil yaparken de yeni insanlarla tanışmak isterseniz, burası bir numara. Temiz, rahat, ucuz. Geceliğine 9-15 yuro ödeyerek kalabilirsiniz. Mutfak sizin, bahçe sizin. Geceleri dışarı çıkıp paraları çarçur etmeye gerek yok. Alın ne alacaksanız, gelin hostele, bahçe de millet sizi bekliyor olacaktır zaten:)

hostelim02

hostelim03

Yerleştiniz mi? Heh, şimdi azcık dinlenin. Sonra size yemek yeme yerlerini göstereceğim.