18 Haziran 2009 Perşembe
Vize Tiyoları
Ufak birkaç tiyo vereyim, işinize yarayabilir:
Şengen vizesi dedikleri, İngiltere hariç tüm Avrupa ülkelerini gezebileceğiniz bir vize alın. Ve daha önemlisi, şengen vizesini Slovakya veya Çek Cumhuriyeti konsolosluklarından alın.
Neden?
Birçok sebebi var:
1- Bu ülke konsolosluklarından 3 gün içinde sorunsuz vize alabilirsiniz.
2- Slovakya ve Çek Cumhuriyeti Avrupa'nın tam kalbinde bulunuyor ve böylece birçok Avrupa ülkesine ulaşımı kolaylaştırıyor. Örneğin Slovakya'nın başkenti Bratislava, Viyana'ya bir saat uzaklıkta. Ayrıca buradan Roma'ya, Milano'ya, Budapeşte'ye kolayca geçebilirsiniz.
3- 100 euro'ya Türkiye'den gidiş-dönüş uçak bileti bulabilirsiniz.
4- Daha uzak ülkeleri de görmek isterseniz bu iki ülkenin hava yolu şirketlerinden ucuz uçak biletlerine ulaşabilirsiniz. Tercihe göre tren veya otobüs de olabilir.
Ehli keyf değilseniz, çeşit çeşit yerler görmek istiyorsanız, atın kendinizi Slovakya veya Çek Cumhuriyeti'ne, oradan seke seke gezin Avrupa'yı.
11 Haziran 2009 Perşembe
Budapeşte 02
İlk gözlemler: Şehir, Buda ve Peşte olmak üzere 2 yakadan oluşuyor. Tuna Nehri'nin iki yakasını bir araya getiren köprüler ise Budapeşte'nin en güzel gece manzarasını oluşturuyor. Prag'a çok benziyor ama ne yalan söyleyeyim; Budapeşte, Prag'dan bir adım ötede. Melankoli, tarih ve aşk... Ayrıca, şehirleri açık hava müzesine dönüştürmekle meşhur olan Unesco, Budapeşte'nin doğallığını henüz bozamamış. (Bu yüzden sonbaharda gitmenizi şiddetle tavsiye ederim.)

Kesinlikle yapın:
- Buda Kalesi'ne çıkın.
- Palinka (özel içkisi) için; ama içmeden önce ağzınıza meyve kurusu atın.
- Vaci (İstiklal gibi) caddesinde turlar atın.
- Şarap-peynir (çeşit çeşit peynir ve şarap, hem de sınırsız) gecesi yapın.
- Tuna üzerinde tekne gezisi (gece tarifeli) yapın.
- Yer altı metro sisteminde kaybolun.
- Sebze-meyve halini kesinlikle görün. Çok şirin.
- Gül Baba türbesine gidip bi dua okuyun.
- NewYork Cafe'ye gidin.
- Müze gezmeyi pek sevmem ama St. Stephen's Basilica'ya uğrayın.
Bu mekanların kimisinde saatlerimizi geçirdik, kimisine de geçerken uğradık. Mesela sebze-meyve halini bu şekilde gördük.
Akşam saatlerine yaklaşırken çok fazla entellektüel birikimle doluğumuzu gördük ve bu bizi çoook rahatsız etti. Yok Osmanlı, vay efendim Avusturya-Macaritan İmparatorluğu. Bunun için aramızdan birinin hemen gece kulübü planına girişmesi gerekiyordu. Hızır gibi yetiştim bizimkilerin entellektüel birikim çarpışmalarına. Hem ucuz, hem de sizin gibi sadece eğlenmeye gelmiş birçok genci bulabileceğiniz Gece Kulübü: Alcatraz Night Club; Blaha Meydanı'ndan, Astorya'ya giderken sağdan 3. sokak.
Kulüpte acayip eğlendik. Bir de şöyle bir şey var ki Türk mafyası oranın tek hakimi. Böyle olunca her türlü aşırılığa kaçabiliryorsunuz. Hatta, kapıdaki korumalar Türk kızlarını arama yapmadan içeri alıyor. O derece! :))
9 Haziran 2009 Salı
Budapeşte 01
Budapeşte... Avrupa'da bizi bu kadar seven başka bir halk var mıdır, bilmiyorum. Türkiye'den geldiğimizi öğrenen herkes, bir hürmet, bir sevecenlik gösteriyor, inanamazsınız.
Önce zaruri ihtiyaçlarımızı karşılayalım, sonra detaylara gireriz:)
Nerede kaldık: Her zamanki gibi kalacağımız yeri indikten sonra belirledik. Kaldığımız hostel, Interflat Youth Hostel. Adresi >> Podmaniczky Str. 27, 1st floor, Haritada. Gayet güzel, temiz ve güvenli bir yer. Bulunduğu yer hava alanına ve tren istasyonuna çok yakın. Ayrıca gece çok kaçırdığınızda kolayca dönebileceğiniz bir yer. Geceliği 15 liraydı.


Budapeşte, birçok eski yapının bulunduğu; hatta bu yapıların hala aktif olarak kullanıldığı bir şehir. Ama ne Viyana sokakları kadar kibirli ve sert, ne de Prag sokakları kadar turistik. Tarihi yerler ve mekanlar tam kıvamında bırakılmış yani.
Budapeşte'nin birçok yerinde tarihi kafeteryalar var. Bu şehre ait güzel bir gelenek. Çok değeri olmayan ama yıkmaya kıyılamayan tarihi binalar kafe veya restauranta çevrilmiş. En azından kaderine terk edilmemiş diyorum.
Bu kafelerden biri: ANGELIKA, Adres >> I. district, Batthyány tér 7. Daha popülerleri de var ama oralarda artık turistik bir sunilik hakim olmuş.

Budapeşte'deki ilk günümüzde sadece şehri gezdik. Haritalarda "ZİYARET EDİN" diye göze sokulmayan yerleri. Akşamına da güzel bir yerde yemek yedik. Gittiğimiz yer yerel yemeklerin olduğu bir restauranttı ama menüde "török bors"(türk biberi) yazılarını gördükçe göğsümüz kabardı. Kendi yerel mutfaklarında bile Türk mutfağından alıntılar var ve bunu Türk adıyla sunuyorlar. Yani, Yunan kardeşlerimiz gibi cacığa "CACIKİS" diyip, yerelleştirmemişler:)
Mütevazı bir akşam yemeği için: Bagolyvár >> Allatkerti körut 3., XIV. district. Şehir haritasında bulabilirsiniz. Esnaf lokantası gibi bi yer, ev yemekleri yapıyorlar. Çok güzeldi valla. Hatta, diğer turistik restaurantlara göre çok daha ucuzdu.

4 Haziran 2009 Perşembe
Ağva
Havalar ısınmışken, vücutlar yorulmuşken gidip güzelce dinlendiğimiz sakin bir yer: Ağva.
Nasıl Gittik: 5 kişi toplanıp, arkadaşlardan birinin arabasına doluştuk. 1 saatlik yolculuğun ardından, Şile'yi geçip, sahil yolu üzerinden Ağva'ya ulaştık.
Nerede Kaldık: Diğerlerine göre tıklım-tıkış olmayan, sakin bir motele gittik: Nehire sıfır Park Mandalin. (Gerçekten muazzam bir yer.)

Cumartesi sabah erken saatlerde yola çıktık. Arabanın tüm kapasite sınırlarını zorladığımız için çok eğlenceli bir yolculuk geçiremedik. Hatta, çantalarımız, yol boyunca erkeklerin "ne gerek var, sanki güneye gidiyoruz, kullanamayacaksınız götürdüklerinizi" gibi sıradan söylemlerine maruz kaldı.
Küçük motelimize varır varmaz, odalarımıza çıktık. Hatta, ne yalan söyleyeyim, ben birazcık kestirdim. Uyandığımda, bizimkiler bisikletleri kiralamış motelin önünde beni bekliyorlardı. Akşama kadar bisiklet sürdük, kayık kiraladık, yürüş yaptık. Saklı Göl'e gittik, Gelin Kayası'nı gördük. Motele geri döndüğümüzde herkesin üzerinde tatlı bir yorgunluk vardı.
Akşam yemeğinden sonra, nehir kıyısındaki çardağımıza kurulduk, üzerimize ince battaniyeler aldık ve huzurlu dinlenme moduna geçtik.
Muhabbet, gırgır, şamata son bulup, gece ilerlemeye başlayınca uzun zamandır özlemini çektiğimiz bir manzara vardı karşımızda: Yıldızlar. İstanbul'da şehrin ışıkları arasında kaybolan yıldızlar, burada tüm çıplaklığıyla karşımızdaydı.
Bence, geri kalanını okumaktansa, gidin orada 2 gün geçirin.
22 Mayıs 2009 Cuma
Vilnius - 04 (Air Gitar)
Ben yine kısa bi yurt dışı anımı anlatmak istiyorum.
Gezdiğim yerleri özlemeye başlayınca çok hassaslaşıyorum. Görüdüğüm herhangi bir şey bana oraları hatırlatabiliyor. Geçen gün nette Samsung'un bi yarışmasını gördüm. Zaten hassasım, böyle bir şeyi görünce de Litvanya'daki en çılgın günüme gitmemek imkansız. (Bu yarışmayı düşünen tüm samsung çalışanlarını teker teker öpmek istiyorum.)

Başkent Vilnius'a ikinci sefer gittiğimde Tamsta barda bir yarışmaya katıldım. (Tamsta eğlenmek için güzel bir yerdir.)
Hayali gitar çalıyorsun, en güzel çalan o akşam içkileri beleşe getiriyor. Güzel değil mi?!
En güzel çalan ben değildim ama turist olduğumdan mıdır nedir, en çok alkışı ben almıştım:) Böyle de güzel insanlar var işte.
Mayıs ayında giderseniz siz de deneyin.İçkileri bedavaya getirin, hatta eğlencenin dibine vurun.
22 Nisan 2009 Çarşamba
Brüksel - 01
Avrupa manyağı biri değilim. Hatta, kendi kültürümü savunmak ve başkalarına anlatabilmek için bi' taraflarımı yırtarım. Ama şu an öldürdüğüm yiğidin hakkını vereceğim; Avrupa sahip olduğu değerlere çok daha fazla önem gösteriyor. Böylece ilerleyen yıllarda kendi kültürlerini tanıtacak daha fazla enstrumanları olacak. Bizim?
Neyse, demogojiyi geçiyorum ve Belçika'daki ilk günümden bahsetmeye başlıyorum:) Şimdiden söyleyeyim, paranızı birazcık tasarruflu harcayın. Burası biraz pahalı.
Brüksel'e Almanya üzerinden trenle geçtik. Geçtiğimiz yılın ilk baharıydı. Hava gayet güzeldi. Al Türkiye iklimini, vur Belçika'a. Ama siz yine de hazırlıklı olun. Sonra beddua etmeyin arkamdan:) Kalın bi2 şeyler alın yanınıza.
Her zamanki gibi, trenden iner inmez hem dinlenmek için, hem de kalacağımız yeri belirlemek için bir kafe bulduk. Sam Amca'nın Yeri gibi bir şey. Giderseniz görmemek gibi bir şansınız yok zaten. İstasyonda fazla seçeneğiniz olmayacak. Hostelimizi belirlerken tek kriterimiz paraydı. Geceliği 33 lira gibi bi paraya denk gelen hostel bulduk. Adı "Sleep Well" :) Gayet güzel, gayet şirin. E, zaten amacımız da eşekler gibi uyumak olmadığı için azami insani şartları sağlıyor olması bizim için yeterliydi. Sitesine girin, her şeyi bulacaksınız; fiyatlar, fotolar vs.
Hostel Türklerin bulunduğu Saint Josse'ye de yakın bir yer. Diğer ülkelerde olduğu gibi Türklere burada da bir yer gösterilmiş ve Türkler oraya yerleşmiş. Daha doğrusu bastırılmışlar diyelim. Allahım, milliyetçi ruhum kabarmış benim Brüksel'de.
Akşam yemeği nerede yenir: Sokakta! Kesinlikle sokakta yiyin. Orada da büfeler var ve bizim büfelerimizin kalitesine ulaşmışlar:) İstediğiniz eti tercih edebilirsiniz, benim gibi domuz eti yemezseniz, seçebeileceğiniz daha bir ton yiyecek bulabiliryorsunuz. Patates kızartması, kumpirimsi bi şeyler, soğuk sandviçler, sıcak sandviçler....
Peki, akşam n'apılır: Biz daha Almanya'dayken planımızı yapmıştık. 3 gün boyunca 30 DJ'in çalacağı elektronik müzik festivaline katıldık. Gerçekten harikaydı. Canımız sıkılınca çıkıp gezdik, canımız sıkılınca festivale gittik. Ayakta duramayacak hale geldiğimizde de hostelimize döndük. Festival programı akşam sekizde başlıyor, sabah 6'da bitiyor. Her sene 20-22 Mart'ta var bu festival. Plan yapacaksanız buna göre yapmanızı tavsiye ederim. Güzel Sanatlar merkezi dedikleri yerde yapılıyor. (Centre of Fine Arts)
Ulaşım: Çok paranız yoksa bisiklet kiralayın, yoksa bineceğiniz her otobüs için 3-4 lira vermek zorunda kalırsınız. Ben hostele sordum ve merkeze yakın bir yerden bisiklet kiraladım.
Tarihi mekanlardan ve festivalden görüntülerle karşınızda olacağım.
*Dip not: telefonunuz avea ise ve kamu tarifesi kullanıyorsanız, hemen iptal edin ya da belçika hattı alın. çünkü ücretsiz konuşma özelliğiniz yurt dışında geçerli değil:) Aman diyim!
12 Nisan 2009 Pazar
Belçika - Müzik Enstrumanları Müzesi
Bu sefer gittiğim bir yerden bahsetmektense, gittiğim ülkedeki tek bir yerden bahsedeceğim. Yoksa kendimi affetmem:)
Viyana'ya gittiğimde, Belçika'ya geçip Brüksel'e de uğramıştım. Sadece bu müzik enstrumanları müzesini görebilmek için.
MIM: Musical Instruments Museum
Tarihten günümüze, doğudan batıya sürekli gelişme göstermiş müziğin tüm ayrıntılarını burada görmek mümkün. Üç katlı bir hazine. İncelediğiniz her enstrumanda, okuduğunuz her bilgide müziğin neden evrensel olduğunu anlıyorsunuz. Bizim arkadaşların dokunma merakını giderebildiği bazı deneme enstrumanları da mevcuttu.
Katları gezerken çok güzel neyler görebilirsiniz, bağlamai ud ve tanıdık gelen birçok enstruman görebilirsiniz. Bunların alt bilgilerini okuduğunuz zaman Flamenko gitarın atasının Ud olduğunu çıkarabilrsiniz. Fakat kullanımı kültürel yapıya ve ritme göre değişmiş ve son halini almış.
Bence müzikle ilgilenen herkesin ölmeden önce görmesi gerekn yerler listesine alması gereken bir yer burası. Gidin, görün.
İnsanoğlu Şaman ayinlerinden bugüne, kullandığı her enstrumanda insan sesini süslemek için çeşitli uğraşlar göstermişler. Ama amaçları hiçbir zaman insan sesini yakalamak olmamış. Amaçları sadece insan sesini süslemek olmuş.
*Brüksel günlerimden bahsetmeden geçmeyeceğim tabii ki:)