24 Mart 2009 Salı
Riga - 02
Şimdi ben size güzel bi yer söyleyeyim, gidin orada azcık ayılın, kendinize gelin.
Gittiğimiz yerde bütün gün oturabilirdim. Ama bizim kurtlular rahat duramadı, oturmaya mı gelmiş mişiz? Eğer sevgilinizle gittiyseniz bu doğu avrupa diyarına ya da orada sevgili yaptıysanız; gidin bu kafeye akşama kadar oturun. Kah muhabbet edin, kah iletişimi kesin kitap okuyun... Dışarıda kar yağıyor, içerisi sıcacık. Letonya radyosu çalıyor inceden, DJ'in ne dediğini anlamıyorum bile ama yine de güzel. Hee, kafenin adını sanını vermeyi unuttum ya:) Riga Black Magic. Tıklayınca harita üzerinden yol tarifi çıkacak. Adresi "Kalku 10" galiba. Öyle hatırlıyorum. Keklerinden yemeği sakın ama sakın ihmal etmeyin.
Ben peş peşe iki akşam tepinmekten hoşlanmıyorum. Siz de tepinmeyin, zaten fazla zamanım yok. Olanını da sırf tepinmekle harcıyamam.
Neyse, biz çıktık bu güzelim yerden. Hava soğuk. Teyzelerle, amcalarla beraber emekli gezisi yapıyoruz. Müze, kale, saray... (Bi' gün bu yaşlı amcalardan birisi gözümün önünde can verecek, ondan korkuyorum.)
Eski kent denen yere geldik. Tarihi yerleri pek iyi bilmediğimiz için bize bi rehber lazım. Ama rehbere para vermek içimizden gelmiyor. Durum böyle olunca, bi rehberin peşinden ördek yavruları gibi yürüyen yaşlı bi kafile gördük. Arada azcık bir mesafe bırakarak, çaktırmadan onları takip ettik. Rehber de o kadar yüksek sesle konuşuyor ki, duymak için ekstra bi çaba sarf etmeye gerek kalmıyor. Bu da benden size tiyo olsun:)
Black Magic'ten çıkmamızın bi tek güzelliği oldu. Akşama gideceğimiz yeri bulduk. Yüz yıllık ağaçlardan yapılmış, İsveç masalarıyla donatılmış birahane:) Çok güzel yerel yemek menüleri de var. Etraftaki LCD televizyonlardan Hokey maçı bile izleyebiliyorsunuz. Mekanın adı LIDO. Adres de bu: Krasta iela 76. Buradaki en tuhaf şey, avea'nın reklam karakterlerine benzer kuklaların tavanlardan asılıyor olmasıydı:) Acaba onlar mı bizden gördü, biz mi onlardan gördük. South Park'a falan benzemiyordu, direk avea'nınkilerle aynıydı. Bilemedim valla.
İşte, gecenin bi vaktine kadar buradaydık. Bi' ara bovling oynamaya gidelim diye fikir atıldı havaya ama havada asılı kaldı. Sakin sakin hokey maçımızı izledik. Sonra hostelimize gittik.
23 Mart 2009 Pazartesi
Riga - 01
Litvanya'ya giderseniz, Riga'ya uğramadan geri dönemeyin. Zaten araları 2 saat falan. Riga, Letonya'nın başkenti. Avrupa'nın önemli kültür, sanat, eğitim ve finans merkezlerinden birisi. Doğu Avrupa'nın da en önemli şehri. Oldukça eski bir tarihi var; 1200'lere dayanıyor. 1600'den sonra sırasıyla Polonya, İsveç ve Rusya egemenliğine girmiş olsa da şimdilerde serbest, özgür, divane :) Bu bilgileri oraya gitmeden sağdan soldan okuyorum. Yoksa, ziyaret ettiğim ülkelerin tarihiyle pek ilgilenmiyorum. Zaten gidince gezilen turistik yerlerden çıkarıyorsun her şeyi. Yok şu katliam anıtı, yok bu kralın yazlığı derken tarihle dolup taşıyorsun.
Kısa bir girişten sonra kendi macerama geçiyorum.
Yine şirin mi şirin bi hostel bulduk. Eğer turist sezonunda bir yere gitmiyorsanız, kalacak yer için önceden rezervasyon yaptırmanıza gerek yok. Yanınızda laptopunuz varsa, bi yerde yorgunluk kahvenizi içerken kalacak yer bulabilirsiniz. AMa siz benim bu tavsiyeme uyun:) Hostelin adı Riga Hostel. Kahvaltı ve gün boyu çay-kahve onlardan. Yani beleş. Her oda da internet var. Daha ne olsun. Hemen yanında da gece kulübü var. Bu durumda korkusuzca dağıtabiliyorsunuz. Ama erken uyurum ben derseniz bu hostelde kalmayın. Gece 12-1'e kadar yatakta dans edebilirsiniz. He, fiyatı da ben gittiğimde 10 yuroydu. Bizdeki hostellerden daha ucuz.
Çantaları atar atmaz dışarı çıktık. Biraz keşif, biraz ziyaret derken akşamı ettik. Buradaki tarihi binalar da Adolf Amca'nın ve Ruslar'ın gazabına uğramış. Kiliselerini ziyaret nedin; St. Johns'tan başlayabilirsiniz. Yahu, burada da dilenciler var. Demek turizmi fırsata dönüştüren sadece bizimkiler değil. Ama buradakiler işlerini biraz değişik ifşa ediyor. Dizlerinin üzerine çöküp, yere secde eder pozisyonda duruyorlar. Önlerinde bir para kutusu. Onlar secde halinde oldukları için kimin, ne kadar para attığını görmüyor. Yanımızdaki bi arkadaşın dediğine göre bu hareketleriyle para verenin karşısında bi teşekkür gösterisiymiş bu. İlginç! Gidip adamın koluna asılmak, eteğine yapışmak varken...
Bu Doğu Avrupa ülkeleri biraz soğuk. E, haliyle tüm eğlencelerini kapalı alanlarda gerçekleştiriyorlar. Kapalı mekanlarda da sigara içmek yasak. Allahım ya, alkol ve sigara birbirinden ayrılır mı? Ayrılmaz. O zaman ikisini bir arada bulana kadar aramak lazım. Biz öyle yaptık:) İyi de yapmışız. Chill out parti veren bi gece kulübü bulduk. Chill out olur da, ortalık dumansız olur mu? Olmaz! Bana hak veriyorsanız http://www.nautilus.lv 'u tavsiye ederim.
Bu tip yerlerde bazen mekana yabancılaşıyorum. Yahu, sabaha kadar hoplayıp, zıplıyorsun; bağıra bağıra konuşuyorsun, sonra sabah kalkınca of anam! Ne gerek var o zaman, deli miyim ben? Hem bizimkisi dans etmek de değil. Anlamsızca hareketler bütünü. Ama dayanamıyorsun işte, içeri girince bi süre sonra girdabın içindesin. Deliler gibi:)
Buralara gidin şimdilik. Kalacak yeriniz var, karnınız tok, sırtınız pek. Sabah başınız ağrıyarak kalkacaksınız zaten. İşte o zaman size, kahve içilecek sakin yerler göstereceğim.
9 Mart 2009 Pazartesi
Barselona - 03
Yemeklerimizi yedik. Bu akşamı sakin geçirme derdindeyiz. Haritadan nerelere gidebiliriz diye baktık. Maremagnum diye yer var. Barselona yat limanın hemen yanında. Büyük turistik bi mekan. İçinde birçok şey var. Alışveriş merkezinin eğlence versiyonunu düşünün. Buraya gitmeye karar verdik. Ama siz sakın gitmeyin. Sakin dediysek, kel alaka bi yer demedik. Eğer illa ki görcem ben derseniz gidin, ama bir çokgezen tavsiyesi olarak gitmemeniz hayrınıza olur. Kim ne derse desin!
Biz de kendi eğlencemizi yaratmaya karar verdik. Barselona sokakları sizi her an eğlendirebilecek potansiyele sahip. O yüzden bir yerde sıkıldıysanız, fazla beklemeyin. Atın kendinizi dışarı. Eğlenecek, görecek bi yer en fazla 5 dakika içinde karşınızda.
Barcelona - 02
Mojito of Soul: Reial'in içinden geçtikten sonra, dar bir sokağa giriyorsunuz. O yolu devam edin, hemen solda. (Çok doğaçlama bi tarif oldu, ama eminim benim bulunduğum yere giderseniz, bu tarif size yetecektir.)
Mojito of Soul'e girdiğimiz gibi ilk şoku yaşadık. Bir kadın adamın elini yalıyordu. Biz gayet saf turist modunda şaştık, kaldık. Parmak falan değil, bildiğimiz el. Kadını en son yerlerde yuvarlanarak dans ederken gördüm. Bi arıza vardı galiba kadında. Neyse, nerde kalmıştık. He, Barselona'da nereye giderseniz gidin, ama Mojito of Soul'a uğrayın. Tadabileceğiniz en mükemmel mojitolar burada. Üzerine unutulmaz Barselona anıları cabası.
Birkaç saat sonra aynı yerde duramama hastalığına yakalanmış biz tabanı yanık itler, başka maceralar peşine düşme dürtüsüne gark olduk. Toparlanırken, barmaid yanımıza geldi ve nereye gideceğimizi sordu. Biz de "Yüreğimizin Götürdüğü Yere" dedik. (Bu lafı klişe olarak algılamayan birine söyledim. Bu da ayrı bi heyecan tabii:) Sonra barmaid ne dese beğenirsiniz:
- 3 tane davetiyem var. Fellini için, isterseniz vereyim.
Fellini'nin ne demek olduğunu, Fellini'ye gitmeden anlamak biraz zor. Barselona'nın en gözde, en hareketli mekanlarından biri.
Burada kurtalarınızı iyice dökün. Hoplayın, zıplayın. Burası Barselona, burası Fellini:) Bi ara nefes almak için dışarı çıktığımı hatırlıyorum. Hem yorucu, hem eğlenceli. uzun zamandır böyle bir şey arıyordum.
Saat geç oldu. Çıkıp otele döneceğiz. Ama arkadaşlardan biri yok. Telefonu yanındaydı ama ulaşamıyoruz. Bi önceki yazımda bahsettim ya Avea'dan, nazar değdi. Bu durumda size bir yoldaş tavsiyesi, gidip bakmanız gereken ilk yer tuvalet:) Arkadaşı orada bulduk. Telefonu da klozetin içinde yüzüyordu, avea n'apsın! Ee, bu kadar tepinmeye olacak o kadar.
Fellini'den çıktık, otele döneceğiz. Taksi çevirdik. taksiciler İngilizce bilmiyor. Ama sorun değil. Siz Türkçe konuşmaya devam edin. Onlar da size Katalanca cevap verecek ve her şey güllük gülistanlık olacak. Cidden.
Bu kadar benziyoruz yani biribirimize.